İbrahim Akın'ı 3 Temmuz'da kim kullandı?
3 Temmuz 2011’de, kimilerine göre “Şike” adı ile başlatılan kimilerine göre de Fenerbahçe’yi durdurmak ve ateşin altını körükleyenlerin önünü açmak adına yapıldığı gün gibi aşikar olan operasyonun, gün geçtikçe farklı farklı gerçekleri ile yüzleşiyoruz.
O günlerde bir kısım medya tarafından gece gündüz hep bir ağızdan yapılan yayınların, aslında tek bir elden çıkmış basmakalıp cümleler olduğunu, görmek isteyen bütün gözler görebiliyor şimdilerde.
“Şike davasını açtığımız zaman, 3-4 ay konuşulup biteceğini sandık. Ama yanılmışız. Bunun böyle bir noktaya geleceğini hiç tahmin etmedik”dediği söylenen savcının, davanın en mağdur kişilerinden biri olanİbrahim Akın’ı sorgusu sırasında,”Benim istediğim cevapları vermezsen çoluk çocuğunugöremezsin. İstediğim cevapları verirsen de, işte kapı, tıkır tıkır aşağı iner gidersin” şeklinde tehdit ettiğini söylüyor futbolcunun bizzat kendisi.
Bu kadarla da bitmiyor kökeni Trabzon olan futbolcunun anlattıkları!
“Savcı ‘Ben sana inanmıyorum' diyordu. Benden isim istiyordu. Yoksa çıkamazsın diyordu. Avukata, ‘Dışarı çıkın, düşünün’ dedi. Avukat da bana diyor ki ‘Bak savcı böyle diyor, tutuklayacak seni, ne istiyorsa yapalım, çıkarsın.' Ben o sırada ağlıyordum. ‘Tamam’ dedim. ‘Siz ne istiyorsanız onu yazın’ dedim. Neye imza attığımı bilmiyorum. Yemin ederim. Bu zamana kadar savcının baskı yaptığını anlattım. Yalanlamadı beni. Niye uydurayım böyle bir şeyi. Bu davada kullanıldım” diyerek de o karanlık günleri kendi mumuyla aydınlatma ve haksız yere çektiğini düşündüğü cezanın anlamsızlığını, kamuoyu ile paylaşıyorGaziantepsporlu futbolcu.
Bu söylenenlerden asıl enteresanı da, bütün suçlamalarına rağmen “Savcının kendisini yalanlamadığını” dile getirmesi.İlgili kişilerin bu iddiaları yalanlayıp yalanlamaması ya da cevap verip vermemesi tabi ki kendi bilecekleri bir iş.Ancak söz konusu ağır ithamlar karşısında gerekli bilgilendirmeler yapılmadığı sürece de, kamuoyunun İbrahim Akın’a inanmaktan başka çaresi de kalmayacak. O zaman da, olaya dışarıdan bakışların şaşı olabileceği, herkesin ortak kanısı.
Bir sene gibi kısa bir sürede neticelenen davanın, kamuoyu üzerinde kafaları kurcalayan bir diğer noktası da, ortalıkta bolca sıkıntılı tapeleri olmasına rağmen bazı kulüplerin bu işten tereyağından kıl çeker gibi sıyrılmaları. Yazılı ve görsel medyada ne hikmetse bu telefon dinleme tutanakları kendine yer bulamıyor ama sosyal medyada, ceza verilen kulüplerin tapelerinden daha ağırları olduğu halde, birçok kulüp yöneticisinin cezasız kalması da bolca tartışılıyor. “Eğer bunlara ceza verilemiyorsa, diğerlerine niye verildi?”, “Eğer ceza verilenler suç işlediyse, bu tapelerdeki diyalogların sahiplerine de ceza verilmesi gerekmez mi?” gibi tartışmalar, sosyal medyanın en hararetli konularından bazıları.
Hiç kimsenin hukukun üstünlüğü noktasında bir tartışması olamaz. Fakat oluşan yeni durumu, sadece etten kemikten yaratılmamış olan her insan, kafasında ve vicdanında bir yerlere oturtturmaya çalışıyor. Bunu başarabildiği sürece “Zaten hiç bir sıkıntı yok” demektir. Asıl problem, yeni sonuçlara vicdanlarda bir yer bulunamamasıdır.
İkinci durumda olanlar çoğaldıkça da, ortada bir yanlışlık olduğunu da kimse inkar edemez herhalde.
MEHMET ILGAZ / ROTAHABER